04-04-2015, 04:43 PM
Evet iyi birer savaşçıyız. Ancak insanlığın dip kültüründe ve medeniyette de varız.
Ezilmiş bir halk değiliz, aksine karşımızda ezilenlerin hain oyunlarına yenik düşmüşüz.
Aşağıdaki yazı, tarihçi, bilimsel araştırmacı, müzikolog ve yazar Haluk Tarcan'dan alıntıdır.
1500 yıllık kin ve Batının Türklere attığı ilk iftira.
Batının Hunları
Antakya'da doğmuş, Amien Marcellin adlı, Roma ordusunda asker olan "şarkı bir Grek" tarafından nasıl yazıldığı aşağıda açıklanmış olan Attila ve Hun'lar, içeriğindeki yalan ve saçmalarıyla, Türk kitlesinin şeref ve haysiyetini günümüze kadar kirletmiştir ve kirletmeye devam etmektedir.
Bu adam 350-363 yılları arasında Romalı bir askerdir. Ancak 390-392 yıllarında tarihçi yazar olarak ortaya çıkmıştır. Hunları şöyle tarif eder:
"...Savaş Tanrısı Mars'ın yarattığı fırtına, alev, ateş ve arkada bıraktığı felaket ve yıkıntıların gerisinde Hunların olduğunu farkettik...
Azak denizinin gerilerinde yaşayan Hunlar, vahşet ve barbarlık diye düşündüğümüz her türlü vahşet ve barbarlığın üstündedirler. Çocuklar doğunca kızgın palayla yanaklarını dağlayıp, köse, çirkin ve vahşi suratlı olmalarını sağlarlar. Kısık ve kalın boyunları, kısa ve güdük gövdeleri, iğrenç ve canavarca görünüşleriyle tahta köprüleri süsleyen acemice yontulmuş heykel kafalarına benzerler. Bunlar insan şeklinde yaşayan hayvanlardır. Adamakıllı bir yemek nedir bilmezler, yabani bitki köklerini, kıçları ile hayvanlarının sırtları arasında ezdikleri çiğ etleri yerler. Ev, kulübe onlara mezar gibi gelir. Kendilerini çatı altında asla emniyette hissetmezler.
Yünden bir tunik ve yabani fare derisinden yapılmış bir kazak giyerler ve onları vücutlarından dökülünceye kadar çıkarmazlar.
Küçük yaştan itibaren, dağlar ve ormanlarda dolaşırlar, çocuk yaştan itibaren hastalık, soğuk, susuzluk nedir bilmezler. Bacaklarını teke derisi ile sararlar. Başlarını geriye doğru yatan yuvarlak bir külahla örterler. Pabuçlarında bağcık yoktur. Bu nedenle yürümekte güçlük çekerler ve de asla yerde savaşmazlar. Atlarına çivilenmiş gibidirler, çevik, yorulmaz ve çirkindirler.
At üstünde yaşarlar, gece ve gündüzleri at üstünde geçer. At üstünde yer, at üstünde içer, at üstünde öne eğilerek uyurlar.
Savaşta düzensiz bir kalabalık halinde, çığlıklar atarak hücuma geçerler. Yenileceklerini anlayınca dağılır ve fakat dönüp yeniden aynı çeviklikte hucuma geçer, önlerinde ne varsa yakıp yıkarlar. Çeviklikleri nedeniyle hiçbir kaleye ya da müstahkem mevkiiye saldırmazlar. Fakat kimse onların uzak mesafeden, ucu kemikli oklarını atmakta ki becerileriyle başedemez. Yakın savaşta bir ellerinde pala ve diğer ellerinde demir ağ ile saldırırlar.
Hiçbiri bir tek saban kullanmış, tarla sürmüş değildir. Kendilerine inanılmaz. Kanunsuzdurlar. Sürüleri arkalarında dağ tepe dolaşırlar. Gerilerinde onları, içerlerinde, çirkin urbaları diken, hayvani hislerini tatmin etmeye yarayan kadınların, delikanlılık çağına kadar yetiştirdikleri çocukların bulunduğu ağır arabaları izlerler. Sorun onlara; nereden geliyorlar, nereye gidiyorlar bilmezler. Din sorununa gelince din ne demektir bilmezler. "
A.Marcellin, 363'te emekli olduğunda, artık ne Franklar ne de Galya'da Alamanlar'la savaş yapmak imkanı kalmıştır. Hele Balkanlar'da Gotlar ki önce 332'de Roma'yla barış imzaladıktan sonra, 364'te Roma'ya baskın yapmışlardır. Hun'lara gelince, onlar ancak 374'te Tuna dolaylarında, yani büyük yazarın! kılıç ve kalkanlarını hatıra olarak duvara astığından 13 yıl sonra görülmüşlerdir.
Kısacası yaşamında bir tek Hun bile görmemiştir. "Çiğ ete" gelince, onu herhalde, Pompeius Mela'nın, İsa'dan sonra 1'inci yüzyılda yazdığı fizik ve coğrafya atlasında okumuş olacaktır. Okumuştur ama orada, çiğ eti, kıçlarıyla atın sırtı arasındaki pişirenlerin Cermenler olduğu yazılıdır.
A.Marcellin hakkında Poul Morand şunu der: "O, yalan haberlerin anası, saçma haberlerin babasıdır"
Fakat bu saçmalar, bu alay ve yalanlara dayanan haberler, günümüze kadar gelmiştir. Türkleri her fırsatta küçültmek için kullanılmıştır. Tarihçilerimize gelince, ne yapmışlardır. Hiç... Atilla dönemini asla kurcalamamış, acaba söylenenler doğru mudur diye soruna bilimsel şüpheyle bakmamışlardır.
Bu konuyu Sorbonne'da, Atilla Gürbüz incelemiş ve etnoloji mezuniyet tezi olarak hazırlamıştır. Ondan birkaç bulgu ve belgeyi alıyoruz:
Avrupanın İlk Rönesansı.
Attila ve Hun'lar, cehalet ve pislik içinde yaşayan Avrupa'ya yazıları ve kültürleri, 34 harfli alfabeleri ile bir ışık gibi girmişlerdir. Batı halkının gerçek anlamda bir kültürle karşılaşmaları, onların kilisenin, karanlıklar içinde bırakan bağnazlığının, kimseye göz açtırmayan baskısının farkına varmalarını gerçekleştirmişti.
'Uyanmaya' tahammül edemeyen Vatikan, Ostrogot kralı TOTİLA'nın yaptıklarını isim benzerliğinden faydalanarak ATTİLA'ya yamamıştır.
Tarihi gerçek bambaşkadır: Roma'yı ilk istila edenler Vandallar'dır. İkinci istilacı +410 tarihinde Vizigotlar'dır. Kenti yağmalamış ve ırza geçmişlerdir. Ancak hıristiyan olduklarından kiliseye dokunmamışlardır. Bu nedenle bu yağmadan batı tarihçileri söz etmek istemezler.
Bu kin günümüze kadar sürekli taze tutulmuştur. Yinelemekte fayda vardır. Türkleri barbarlıkla itham etme söz konusu olunca Attila Türktür, fakat Hun sanatından söz edilince Hun'lar Moğol oluverirler?
Attila'nın gelişi; düşmana karşı dua ile değil, Tanrının verdiği akıl ile karşı konulacağı fikrini, bazı işleyen kafalarda (Vatikan'ın zararlı bulduğu kafalarda) uyandırmıştı. Bu da batının uyanmasında, rönesansında, kısacası akılcılığın doğmasında atılan ilk adım olmuştur. Atilla'nın Avrupa'da yazıyla görünmesi, kendini tek okuyup yazar bilen Kilise'yi silkelemişti. Atilla'nın Avrupa'ya Demirci Körüğü'nü getirmesi, Vatikanı büsbütün kuşkular içinde bırakmıştı. Bu yeni teknoloji ile kolayca ve çok sayıda kılıç ve hançer üretilebiliyordu. Attila'nın düğme'yi de getirmesi, ata binmede pantolon giyebilmesi, at üstünde kolay hareket şüpheyle karşılanıyordu. Roma askeri o yıllarda etek yiyordu. Beylerin, derebeylerin kiliseye kafa tutabilme, isyan etme kolaylığı ortaya çıkıyordu. Elbette bu noktaya gelmek çok uzun yıllar almıştı ama kafalarda çakan ilk Şimşek'in nedeni Atilla ve Hunlardı.
Dua ile akıl karşı karşıya gelmişlerdi. Dua ise, tinsel değerinin dışında, batıl ile yozlaşmıştı. Akıl, eleştiri, doğruyu, bilimseli arama, Vatikanı kökünden sarsmak oluyordu.
Batılı, beşikte, yuvada, okulda, çevresinde, kitaplarda, ansiklopedilerde, sesli yazılı sözlü her türlü yayında, Türk'ü yakıcı, yıkıcı, uygarlıktan nasibini alamamış bir sürü olarak öğrenir ve öğretir.
Dikkatle saklanan gerçek şudur; tarihçi Gremblaux: "Attila müşterek olarak bütün batının iftira ettiği tarihteki tek kraldır" diye yazar.
Batının medarıiftiharı büyük tarihçi Hambis: " Attila, değeri olan kişiyi, din ve ırk ayrımı yapmadan kullanır ve yönetimde yüksek hizmetlere getirir" der.
Tarihi olayları kaydeden Priscos: "alfabenin mükemmelliği dil, düşünce ve edebiyatın ileri seviyesini ifade ettiğine göre, harflerin çokluğu, dolayısıyla çeşitli ifade şekilleri, Hun Türklerinin, bu zamandaki öteki halklara olan üstünlüklerini ortaya koyar"
Bamberg Eveque Günter, Atilla'nın şarkılarını zamanındakilere tercih ettiğini söyler. İl Libro D'Attila (1490-1521'de çıkan dördüncü baskısında) Attila'nın şarkılarında "Tanrının yankılarını buluyoruz" diye yazar.
Attila döneminin şahidi olan batılıların Attila'sı işte budur.
Bu tarihi iftirayı çürüten öteki kaynaklara göre:
Attila asla PO nehrini aşarak Roma'ya inmemiştir. Dolayısıyla batılının dinsel duygularını isyan haline getirmek için 'iftira' yolunu seçerek, iddia edildiği gibi papayla karşılaşmamış ve onu küçültücü hareketlerde bulunmamıştır. 452 yılı baharında Pavia'ya kadar ilerlemiş, Roma'dan gelen Eveque Saint Leon Le Grand'ın ricası, imparatorun kızı Honoris'in verilmesi ve yıllık vergi sözü sayesinde (452 yılında) geri dönmüş, bir yıl sonra 453'te ölmüştür.
Ostrogotlar ise başlarında Totila'yla, yakıp yıkarak bütün İtalya'yı istila etmişlerdir. Totila Roma'ya 549'da girmiştir.
Bu seviyede -aklın alamayacağı- bir iftira tarihte ilk kez görülmektedir.
HT.
Saygılarımla,
Ezilmiş bir halk değiliz, aksine karşımızda ezilenlerin hain oyunlarına yenik düşmüşüz.
Aşağıdaki yazı, tarihçi, bilimsel araştırmacı, müzikolog ve yazar Haluk Tarcan'dan alıntıdır.
1500 yıllık kin ve Batının Türklere attığı ilk iftira.
Batının Hunları
Antakya'da doğmuş, Amien Marcellin adlı, Roma ordusunda asker olan "şarkı bir Grek" tarafından nasıl yazıldığı aşağıda açıklanmış olan Attila ve Hun'lar, içeriğindeki yalan ve saçmalarıyla, Türk kitlesinin şeref ve haysiyetini günümüze kadar kirletmiştir ve kirletmeye devam etmektedir.
Bu adam 350-363 yılları arasında Romalı bir askerdir. Ancak 390-392 yıllarında tarihçi yazar olarak ortaya çıkmıştır. Hunları şöyle tarif eder:
"...Savaş Tanrısı Mars'ın yarattığı fırtına, alev, ateş ve arkada bıraktığı felaket ve yıkıntıların gerisinde Hunların olduğunu farkettik...
Azak denizinin gerilerinde yaşayan Hunlar, vahşet ve barbarlık diye düşündüğümüz her türlü vahşet ve barbarlığın üstündedirler. Çocuklar doğunca kızgın palayla yanaklarını dağlayıp, köse, çirkin ve vahşi suratlı olmalarını sağlarlar. Kısık ve kalın boyunları, kısa ve güdük gövdeleri, iğrenç ve canavarca görünüşleriyle tahta köprüleri süsleyen acemice yontulmuş heykel kafalarına benzerler. Bunlar insan şeklinde yaşayan hayvanlardır. Adamakıllı bir yemek nedir bilmezler, yabani bitki köklerini, kıçları ile hayvanlarının sırtları arasında ezdikleri çiğ etleri yerler. Ev, kulübe onlara mezar gibi gelir. Kendilerini çatı altında asla emniyette hissetmezler.
Yünden bir tunik ve yabani fare derisinden yapılmış bir kazak giyerler ve onları vücutlarından dökülünceye kadar çıkarmazlar.
Küçük yaştan itibaren, dağlar ve ormanlarda dolaşırlar, çocuk yaştan itibaren hastalık, soğuk, susuzluk nedir bilmezler. Bacaklarını teke derisi ile sararlar. Başlarını geriye doğru yatan yuvarlak bir külahla örterler. Pabuçlarında bağcık yoktur. Bu nedenle yürümekte güçlük çekerler ve de asla yerde savaşmazlar. Atlarına çivilenmiş gibidirler, çevik, yorulmaz ve çirkindirler.
At üstünde yaşarlar, gece ve gündüzleri at üstünde geçer. At üstünde yer, at üstünde içer, at üstünde öne eğilerek uyurlar.
Savaşta düzensiz bir kalabalık halinde, çığlıklar atarak hücuma geçerler. Yenileceklerini anlayınca dağılır ve fakat dönüp yeniden aynı çeviklikte hucuma geçer, önlerinde ne varsa yakıp yıkarlar. Çeviklikleri nedeniyle hiçbir kaleye ya da müstahkem mevkiiye saldırmazlar. Fakat kimse onların uzak mesafeden, ucu kemikli oklarını atmakta ki becerileriyle başedemez. Yakın savaşta bir ellerinde pala ve diğer ellerinde demir ağ ile saldırırlar.
Hiçbiri bir tek saban kullanmış, tarla sürmüş değildir. Kendilerine inanılmaz. Kanunsuzdurlar. Sürüleri arkalarında dağ tepe dolaşırlar. Gerilerinde onları, içerlerinde, çirkin urbaları diken, hayvani hislerini tatmin etmeye yarayan kadınların, delikanlılık çağına kadar yetiştirdikleri çocukların bulunduğu ağır arabaları izlerler. Sorun onlara; nereden geliyorlar, nereye gidiyorlar bilmezler. Din sorununa gelince din ne demektir bilmezler. "
A.Marcellin, 363'te emekli olduğunda, artık ne Franklar ne de Galya'da Alamanlar'la savaş yapmak imkanı kalmıştır. Hele Balkanlar'da Gotlar ki önce 332'de Roma'yla barış imzaladıktan sonra, 364'te Roma'ya baskın yapmışlardır. Hun'lara gelince, onlar ancak 374'te Tuna dolaylarında, yani büyük yazarın! kılıç ve kalkanlarını hatıra olarak duvara astığından 13 yıl sonra görülmüşlerdir.
Kısacası yaşamında bir tek Hun bile görmemiştir. "Çiğ ete" gelince, onu herhalde, Pompeius Mela'nın, İsa'dan sonra 1'inci yüzyılda yazdığı fizik ve coğrafya atlasında okumuş olacaktır. Okumuştur ama orada, çiğ eti, kıçlarıyla atın sırtı arasındaki pişirenlerin Cermenler olduğu yazılıdır.
A.Marcellin hakkında Poul Morand şunu der: "O, yalan haberlerin anası, saçma haberlerin babasıdır"
Fakat bu saçmalar, bu alay ve yalanlara dayanan haberler, günümüze kadar gelmiştir. Türkleri her fırsatta küçültmek için kullanılmıştır. Tarihçilerimize gelince, ne yapmışlardır. Hiç... Atilla dönemini asla kurcalamamış, acaba söylenenler doğru mudur diye soruna bilimsel şüpheyle bakmamışlardır.
Bu konuyu Sorbonne'da, Atilla Gürbüz incelemiş ve etnoloji mezuniyet tezi olarak hazırlamıştır. Ondan birkaç bulgu ve belgeyi alıyoruz:
Avrupanın İlk Rönesansı.
Attila ve Hun'lar, cehalet ve pislik içinde yaşayan Avrupa'ya yazıları ve kültürleri, 34 harfli alfabeleri ile bir ışık gibi girmişlerdir. Batı halkının gerçek anlamda bir kültürle karşılaşmaları, onların kilisenin, karanlıklar içinde bırakan bağnazlığının, kimseye göz açtırmayan baskısının farkına varmalarını gerçekleştirmişti.
'Uyanmaya' tahammül edemeyen Vatikan, Ostrogot kralı TOTİLA'nın yaptıklarını isim benzerliğinden faydalanarak ATTİLA'ya yamamıştır.
Tarihi gerçek bambaşkadır: Roma'yı ilk istila edenler Vandallar'dır. İkinci istilacı +410 tarihinde Vizigotlar'dır. Kenti yağmalamış ve ırza geçmişlerdir. Ancak hıristiyan olduklarından kiliseye dokunmamışlardır. Bu nedenle bu yağmadan batı tarihçileri söz etmek istemezler.
Bu kin günümüze kadar sürekli taze tutulmuştur. Yinelemekte fayda vardır. Türkleri barbarlıkla itham etme söz konusu olunca Attila Türktür, fakat Hun sanatından söz edilince Hun'lar Moğol oluverirler?
Attila'nın gelişi; düşmana karşı dua ile değil, Tanrının verdiği akıl ile karşı konulacağı fikrini, bazı işleyen kafalarda (Vatikan'ın zararlı bulduğu kafalarda) uyandırmıştı. Bu da batının uyanmasında, rönesansında, kısacası akılcılığın doğmasında atılan ilk adım olmuştur. Atilla'nın Avrupa'da yazıyla görünmesi, kendini tek okuyup yazar bilen Kilise'yi silkelemişti. Atilla'nın Avrupa'ya Demirci Körüğü'nü getirmesi, Vatikanı büsbütün kuşkular içinde bırakmıştı. Bu yeni teknoloji ile kolayca ve çok sayıda kılıç ve hançer üretilebiliyordu. Attila'nın düğme'yi de getirmesi, ata binmede pantolon giyebilmesi, at üstünde kolay hareket şüpheyle karşılanıyordu. Roma askeri o yıllarda etek yiyordu. Beylerin, derebeylerin kiliseye kafa tutabilme, isyan etme kolaylığı ortaya çıkıyordu. Elbette bu noktaya gelmek çok uzun yıllar almıştı ama kafalarda çakan ilk Şimşek'in nedeni Atilla ve Hunlardı.
Dua ile akıl karşı karşıya gelmişlerdi. Dua ise, tinsel değerinin dışında, batıl ile yozlaşmıştı. Akıl, eleştiri, doğruyu, bilimseli arama, Vatikanı kökünden sarsmak oluyordu.
Batılı, beşikte, yuvada, okulda, çevresinde, kitaplarda, ansiklopedilerde, sesli yazılı sözlü her türlü yayında, Türk'ü yakıcı, yıkıcı, uygarlıktan nasibini alamamış bir sürü olarak öğrenir ve öğretir.
Dikkatle saklanan gerçek şudur; tarihçi Gremblaux: "Attila müşterek olarak bütün batının iftira ettiği tarihteki tek kraldır" diye yazar.
Batının medarıiftiharı büyük tarihçi Hambis: " Attila, değeri olan kişiyi, din ve ırk ayrımı yapmadan kullanır ve yönetimde yüksek hizmetlere getirir" der.
Tarihi olayları kaydeden Priscos: "alfabenin mükemmelliği dil, düşünce ve edebiyatın ileri seviyesini ifade ettiğine göre, harflerin çokluğu, dolayısıyla çeşitli ifade şekilleri, Hun Türklerinin, bu zamandaki öteki halklara olan üstünlüklerini ortaya koyar"
Bamberg Eveque Günter, Atilla'nın şarkılarını zamanındakilere tercih ettiğini söyler. İl Libro D'Attila (1490-1521'de çıkan dördüncü baskısında) Attila'nın şarkılarında "Tanrının yankılarını buluyoruz" diye yazar.
Attila döneminin şahidi olan batılıların Attila'sı işte budur.
Bu tarihi iftirayı çürüten öteki kaynaklara göre:
Attila asla PO nehrini aşarak Roma'ya inmemiştir. Dolayısıyla batılının dinsel duygularını isyan haline getirmek için 'iftira' yolunu seçerek, iddia edildiği gibi papayla karşılaşmamış ve onu küçültücü hareketlerde bulunmamıştır. 452 yılı baharında Pavia'ya kadar ilerlemiş, Roma'dan gelen Eveque Saint Leon Le Grand'ın ricası, imparatorun kızı Honoris'in verilmesi ve yıllık vergi sözü sayesinde (452 yılında) geri dönmüş, bir yıl sonra 453'te ölmüştür.
Ostrogotlar ise başlarında Totila'yla, yakıp yıkarak bütün İtalya'yı istila etmişlerdir. Totila Roma'ya 549'da girmiştir.
Bu seviyede -aklın alamayacağı- bir iftira tarihte ilk kez görülmektedir.
HT.
Saygılarımla,